



Anlaşılamamanın Anlamsızlığını Anlamak
Hemen hemen hepimizin ortak olan sorunu anlaşılamamak yâda kendini anlatamamak üzerine kurulu alışkanlıklar zinciridir. Anlaşılamadığını iddia etmek; ergenlik ile birlikte hiç çıkmamacasına girilen derin gaflet uykusunda, rüyaları bile dilediğimiz gibi yönlendiremezken çevremizde bizleri seven yâda sevmeyen bir şekilde bağlantılı olduğumuz sosyal yaşama ayak uydurmuş topluluğu kendi çıkar odağımızda tutma çabasının doğurduğu içsel egoist bir dürtüdür. Öyle büyük komplo teorileri üretilir ki şeytanı bile şüpheye düşürebilir. Büyük bir ciddiyetle düşülen ön yargı labirentinde
Kaçınılmaz son; yargısız infazlardır. Aynı zamanda en tehlikelisi de çünkü bu noktadan sonra geri dönüşler imkânsızlaşır.
Beni neden anlamıyorlar yâda kendimi nasıl anlatabilirim açmazındaki ipucu arama çabaları bir sonuç vermeyecektir. Sonuca ulaşabilmenin yolu sorunu iyi tanımaktan geçer, siz kendinizi tanıyamıyorsanız ki <anlaşılmadığını düşünmenin birincil sebebi budur> kendinizi nasıl doğru tanıtabilirsiniz ki? Anlaşılabilmenin yolu çevrenizdeki olayları ve bu olaylara karışan bireyleri iyi gözlemleyip anlayabilmekten geçer.
Ancak anlayabildiğiniz kadar anlaşılırsınız.
Bu konuda yapılabilecek en önemli girişim, anlayış bekleme alışkanlığından sıyrılıp, anlaşılabilmek için öncelikle anlamaya çalışmaktır.
Çocukluğunuza doğru bir an geri dönün. Anne, babanıza, kardeşlerinize, okulda öğretmenlerinize ve yaşam ilerledikçe en sevdiğinizi sandığınız erkek yâda kız arkadaşınıza, eşinize ve çocuklarınıza, iş arkadaşlarınıza veya patronunuza sizi anlamadıkları için kaç kez serzenişte bulundunuz yada küfrettiniz. Siz hiç onları anlamaya çalıştınız mı?
Kendi başarısızlıklarınızın hıncını sevdiklerinizden çıkartmaya çalışırsınız neden? Bu davranış biçimi yaşama karşı kaybettiğiniz mücadelelerin bir ezikliğimi yoksa kendi hatalarını gizleme dürtüsümüdür? Kimden neyi gizliyorsunuz? Hayatınızı değerli kılan sevdikleriniz ve onlar için verdiğiniz onurlu bir yaşam kavgasında onlara verebildikleriniz değilmidir? Öyle ise bu onlara üstünlük kurma çabası neden? Kendini kabullenmeme olduğundan başka biri gibi davranmanın getirisi nedir? Daha mutlu olamayacağınız kesin, öyle ise neden?
Durumu kabullenmemek adına atılan salvoların sizi çözümsüzlüğe bir adım daha yaklaştırdığını unutmayın.
Durumu kabulleniş asla olaylara teslimiyet anlamına gelmez. Aksine çözüme ulaşmanın yüzde elli biridir. Size doğru düşünebilmek ve analiz için fırsat yaratır.
Acaba diyorum; düşünme yeteneğini mi kaybediyor insan, evrim teorisi tersine işlemeye başladı da hayvansal dürtülerimiz mi baskınlaşıyor. İçgüdülerin ve ön yargıların esiri durumundayız. Çevremize verdiğimiz her türden zararı başarı olarak lanse etme alçaklığına alkış tutabiliyoruz. Bir de hiçbir şey olmamış gibi anlaşılamamaktan yakınıp bizi var eden dünyaya isyan bayrağı açıyoruz. Bu davranış sığ sularda korsanlık denemesinden başka nedir? Kaçınılmaz olan son karaya oturmak değilmidir? Evet, bu hayranlık duyulan çizgi roman kahramanlığı o gün üçüncü hamur kitapların gevrek yaprakları gibi bir dokunuşta milyonlarca parçaya bölünüp yok olup gidecektir. Biz ise hala anlayış beklemeye devam edeceğiz düşünme gereği bile duymadan.
Belki kendimize şu soruyu hiç sormayacağız. <Ben kimim? Kim olmalıyım?> aslında cevap sorunun içinde gizli. Yaşamdan elde etmek istediklerimiz ve beklentilerimiz sorunun cevabına yönlendirir. Kendini anlatmanın anlaşılabilir olmanın da tek yolu budur; kendin olmak
Yaşam yok edilmesi gereken yâda kazanılması gereken hedefler silsilesidir.
Gidilmesi zorunlu olan bu yolda yaşamdan adalet ve anlayış beklemek yerine kişi önce kendine adil olabilmeli ve kendini anlayabilmelidir.
İşte o zaman yaşam bir anlam kazanmaya başlayacak ve hedeflerin önü açılacaktır. Bir daha asla o kaotik çelişki dünyasına geri dönmek istemeyeceksiniz…
Hadi çok geç olmadan biraz düşünün ve kendinizi eleştirin…
Abdurrahman Güleç 2008 izmir